13.12.08

Taslaklar i



“Durkheim, Division'un (Toplumsal İşbölümü) girişinde, bireyin toplum içinde özerkleştikçe aynı ölçüde kendini topluma bağımlı kıldığı paradoksunu ele alır. Sadece görünüşten ibaret olan bu çelişki, toplumsal dayanışmanın bireysel kişilik etrafında oluşan kültü, yüceltmeyi engellemediği olumlanarak aşılır. Madem bu iki unsurun ve izdüşümlerinin bir arada varolabilmeleri mümkün (compossibilitas – Leibniz), o halde Stalinizmin bu fikri kendine göre ele alarak yeni bir kalıba soktuğu iddia edilebilir mi?”
Aylar önce lisansüstü tezi için aklına ilk gelen fikirleri not ederken işin bu noktaya varabileceğini kestirememişti. Ne yani, en sonunda özgün olduğu yanılgısını verme riskini taşıyan bir fikir için Sovyet arşivlerine ve on binlerce sayfalık Stalin edebiyatına atılma çılgınlığını mı göze alacaktı? Kendi kendine düşünümlemeye, “sezgisel oryantasyona” ve serbest çağrışıma derinden inandığından başarısızlık tehlikesini azımsayarak macerayı kabullendi. Bunun ardından yeni öğretim senesiyle birlikte korkunç bibliyografya ve arşiv sergüzeşti başladı. Moskova'da bulunan Devlet Arşivleri Merkezi'nde geçirdiği üç ayın ilk beş haftası boyunca, elyazması defterlere baka baka geçirdiği saatlere rağmen, yanında taşıdığı beyaz kâğıtlara kayda değer hiçbir şey yazamadan lahana kokulu bir apartman dairesinde tuttuğu odasına boynunu bükerek geri döndü.

*
Kendisine “Romano” [Romalı] soyadını vererek Papa'nın tebaasına mensup olduğunu kanıtlama çabasına giren Batavialı bir tutsak. Latincesi mükemmel. Almancası sayesinde kader yoldaşlarıyla iletişim kurabiliyor. Konuşmayı beceremediği (zaten becerse de o dönemde konuşacak başka birini bulması imkânsızdı), ama çok iyi okuyup çevirebildiği İbranicesiyle (Protestanların Eski Ahit'e olan ilgileri malum) çat-pat birşeyler söylemeye çalışsa da, en kolay iletişim aracının lingua franca olduğunu anlamakta gecikmemiş. Cezayirli korsanları bakması gereken oğulları olduğuna ikna ettiğini sanıyor. Ne zaman uydurma Arapça konuşmaya çalışsa (“ha Hami, ha Sami ne fark eder canım” diyerek), söylediklerini hiçbir Mağrip lehçesiyle bağdaştıramayan tacir ve levendlerden okkalı bir Berber tokadı yiyordu. Palabadembıyıklı Ahmed bir keresinde, “Tatlı kâfir, buna Berberî dokat derler, pek sana göre degildür” demişti. Neyse, bizim sahte Romalımız, her ne kadar Protestan da olsa (ki bunun için onu suçlayamayız), Reform'u ne ölçüde benimseyip içselleştirdiğini bilemeyeceğim. Çünkü başvurduğu nice katakullinin bir sonucu olarak Papalık tarafından esaret bedelinin ödenmesi içine sinmeyecek ve de işine gelmeyecek değildi.

*
Ben Deniz (Bilig Teñüz). İşbu bendenin mülkiyet hakkı bendedir. Alçak cerrah bozuntusu, tüm o bencilliğinle benim benekli bendemin benlerini benden almaya nasıl cüret edersin? Bence senin beni benden alan bendirin, benzini az önce biten Mercedes-Benz'inin bagajında kaldı. Benliğin üzerinde bir türlü söz sahibi olamadığından, Bendezâde Efendi'ye benzetilecek kadar bile benimsenememişsin bencileyin.

*
Bir de meşhur otobüs hikâyesi var.