31.12.07

Evliya Çelebi Hasköy'de ya da bir pastiş denemesi



Sevgili üstāım Nicolas Vatin'e.


“[...] Bosna'nın fethi henüz tamamlanmamıştı, ben de yeni nâhiyelerde nüfus sayımlarıyla meşguldüm. Kışlar sert geçiyordu. Tâ Yıldırım Bayezid zamanında alınan Stavritza köyüne yaptığım ziyarette ise tuhaf bir şekilde burada doğduğum ve küçükken devşirildiğim fikri aklımı kurcalamaya, daha sonra da kemirmeye başladı ve bu durum haftalarca sürdü [...]”*




(...)

"Bütün Yahudilerin mezarları bu Hasköy dağlarında beyaz çakıl taşı gibi yere serilmiş yatarlar. Başka yerde olmak ihtimali yoktur. Üsküdar ve Galata'dan hep bu yere getirirler. Ancak birkaç senedir hahamları izin vermiştir. Hâkim izni ile başka yerde de maşatlık yaptılar. Bu Hasköy mezarlıkları yakınında İne Ayazma [εἴναι ʻαγιάσμα] adlı bir tatlı su vardır, mahmûm-ı ribâ'a (bir tür sıtma) tutulan insan yedi kere içip yıkanırsa bu sıtmadan kurtulur. Rûm tâifesinin ziyâretgâhıdır.



"Hakîrin aşk aleminde olduğum bir cumaertesi gecesi buradaki Yahudi mezarlığı içinde "Gel tâliim gel" diye seslendim de gulyabani bir dev belirince korkumdan "Yâ Hâfız" diye haykırıp bu İne Ayazma içinde o gece (124 b) gizlenip bî-hûş olduğum maceram; inşallah yerinde yazılır ki, yaratılmış bir kimsenin başına gelmemiştir (a)." (Evliya Çelebi, İstanbul Seyâhatnâmesi, I, 1, 244, İstanbul, YKY, 2006 (2003), shf. 375).



Vermekten usanmadığı abartılı rakamlar, harfiyen inanıldığı takdirde insanı şehir hakkında büyük yanılgılara düşürecek ayrıntılar gibi devamını Seyâhatnâmesinin hiçbir yerinde getirmeyeceği bu hikâye de Evliya Çelebi'nin okuyucularına oynadığı oyunlardan biri (1). On yıllar boyunca binlerce fersah kat ederek yaptığı seyahatleri bahane ederek "devamını inşallah başka bir yerde getiririm" dedikten sonra o gece başına gelenleri unutuverdiğini öne sürmek oldukça cılız ve üzerinde fazla düşünülmemiş ve sağlam dayanaklardan yoksun bir hipotez teşkil eder. Evliya Çelebi'nin oldukça kurnaz, nüktedan, ustaca inceliklere başvuran ve yazdıklarının muhtemel getirisinin bilincinde bir gezgin olduğunu okuyucuları bilir. Genellikle dini temalar kullanarak okuyucuları üzerinde belli etkiler yaratma çabalarının farkında olanlar, burada "inşallah" ifadesinin boşuna kullanılmadığını da kolayca anlayabilirler. Ama, "demek ki kısmet olmamış devamını getirmek" gibi bir kanı da oldukça safça bir yaklaşım olur, bir nevi bu pasajın gizemi hakkındaki soruları kestirip atmaktır. Kısacası, bu işi ben üstlenmeye çalışacağım. Karşısına çıkan hayalet 1633 yangınında can vermiş bir Yahudi olabilir. Ayazmanın tarihçesi hakkında konuşurlar ve kaynak üzerindeki lânet hakkında Evliya Çelebi'yi önemli bir insan olduğu için uyarmış olur hayalet. Evliya Çelebi böylece kökenlerini ve soyluluğunu yüceltir. Nüshaları özel koleksiyonlara dağılmış ve hikâyenin devamını getiren birtakım hayali elyazmaları keşfedildiği takdirde ortaya çıkacağı varsayılabilecek metnin günümüz Türkçesinde sadeleştirilmiş hali aşağı yukarı şöyle olabilirdi:



”O gece ayazmanın hayrını görmek maalesef bana nasip olmadı. Yüzümü yuma imkânım dahi yoktu. Seyrine dalmaktan kendimi alıkoyduğum gûl konuşmaya başlayınca bir müddet sonra korkudan titreyişlerim son buldu.

“Murdehay Efendi meşhur 1633 yangınında can veren bir ihtiyarmış. Oğlu Haim tefecilikle uğraşırmış. Neyse ki bahriye teşkilâtımızı talan eden o hayırsız tahıl tüccarlarından değilmiş. Yüzlerce insanı, haneyi, sinagogu, kiliseyi telef ve tahrip eden âfeti bu sefer görünmeyen gizli güçler falan çıkarmamıştı; muhakkak ahşap yapılaşma ve sıcak havaların bir tesiri var idi, lâkin bizzat Haim Efendi harike sebep olan ateşi Kanuncıyân Usta'nın mûsikî dükkânına vermişti. Usta Krikor Kanuncıyân ödemelerini hayli geciktirmişti, Haim Efendi'nin niyeti de yalnız ihtarda bulunmaktı. Yol açtığı yıkım Hasköy'ün tek Ermeni mahallesini aşarak semtin kalbini oluşturan onlarca Yahudi mahallesine kadar inmişti. Harik memurları (itfaiyeciler) yetişene dek ne yanacaksa kül olup gitmiş, mahalle sakinleri takdire şayan kûşişleriyle (çabalarıyla) yangını söndürebilmişlerdi. Ha, ayrıca Takiyüddin'in 1580'de Tophane sırtlarındaki rasathanesi Kılıç Âli Paşa tarafından topa tutulmadan, bu yangın konusunda etrafındakileri uyardığı rivayet olunurdu. Her şeye rağmen, yangında görülebilecek tek hayır da yine Yahudi cemaatine ilişkindi. Sefarad ve Aşkenazlar aynı sokakta bile birlikte yaşamaya yanaşmazken bir anda aynı sinagoglarda ibadet eder hale gelmişlerdi. Zorunlu bir kaynaşma olsa da, âfet döneminde aralarında dayanışma sağlanmıştı hakikaten de.



“Haim Efendi ise ailesinin telef olduğunu öğrenince intihar etmeyi seçmişti. Kendini bu meşhur İne Ayazma'ya atarak boğulmuştu. Dolayısıyla ayazma da o günden beri, çürüyen bedenin etkisiyle, şifadan ziyâde hastalık dağıtır olmuştu. [Murdehay Efendi de, doğumunda bir Mevlevî şeyhinin yüce bir kişi olacağını söylediği, Konstantinopolis düştüğünde Fatih'in ordusunda sancaktarlık yapan Yavuz Er Sinan'ın soyundan gelen Evliya Çelebi'yi bu konuda uyarma nezaketini gösterir.]

“Nebîl [soylu] bir aileye mensub olduğumu bildiğini söyleyen Murdehay Efendi'nin benden bir talebi vardı. Muhabbeti bu kadar hoş bir gûlün önceleri benden birşey istemeyecek gibi durmasını acaib bulmuştum tabii. Haim'i ayazmadan çıkarıp az ötedeki Yahudi mezarlığını bekleyen bostancıbaşına teslim etmemi istiyordu ki levâzımatçılar çağırılsın. Az önce aldığım abdestin geçersiz olduğunu anladım, gerçi ardından bir Yahudi meyhanesinde Ketehorya şarabı içmeyi düşünmüyor değildim, ama önce âb-ı hayat için gelmiştim. Pek methini duyduğum ayazmadan da mezar kazarak geri dönmemek için direnmeye karar verdim.



“İbranice konuşmaya başladım, Murdehay Efendi'yi hazırlıksız yakalamıştım. Beni korkuttuğu kadar onu hayrete düşürdüğümü söylesem yeridir. Bana ne biçim bir oyun oynarsın böyle Murdehay Efendi, madem ki dediğin kadar asilzâdeyim, dedim. Beni revani, saçma sapan konuşan biri de sanma, diyerek ona Yavedûd'un hikâyesini anlatmaya koyuldum. Fatih Konstantinopolis'i kuşatırken, Şeyh Akşemseddin Aya Sofya'da bekleyen Yavedûd isimli mübârek bir zât olduğunu görmüştü. Öldüğü gün şehir de alınacaktı. Fetih günü Aya Sofya'ya girenler nûrdan bir beden görmüşler ve Sultan namaza durmadan yeni caminin dehlizlerine naaşı gömmüşlerdi.



“Ardından bir de Aya Sofya tasvirine girişecektim ki Murdehay Efendi beni durdurdu. Lafı uzatmakla beraber bana verdiği asli işlerden de kaçmaktaymışım. Beni o geceliğine rahat bırakacağını söylediğinde rahatladım. Fakat, bir türlü huzur bulamayan rûhunun elbet bir gün karşıma çıkacağını duyunca kanım dondu. O günden beri içimde hep bir endişe vardır. Yeni yüzler, mekânlar, âdetler tanıyarak bundan sıyrılmaya gayret ederim."

_________________

a. Bu cümlenin son kısmı Poe'nun yaklaşık iki yüzyıl sonra yazdığı "A Descent into the Maelström"deki ("Maelström'e Düşüş") Norveçli ihtiyarın söylediklerini anımsatıyor:

"About three years past, there happened to me an event such as never happened before to mortal man --or at least such as no man ever survived to tell of --and the six hours of deadly terror which I then endured have broken me up body and soul."
1. Murat Belge'nin İstanbul Rehberi'nde Evliya Çelebi hakkında söylediklerini hatırlamak sanırım yeterlidir: "Söylediği hiçbir şeye inanmadan, ne yazdıysa okumak lâzım".


EK: METNİN OSMANLICADAN TRANSKRİPSİYONU**

Cemī‘i Yahūd ṭā'ifesiniñ mezār-ı meşādistānı Ḫasköy Daġları'nda beyāż çaḳıl ṭaşı gibi serber-zemīn olup yatarlar. Ġayrı yerde olmaḳ iḥtimāli yoḳdur. Üsküdār ve Ġalaṭa'dan cümle bu maḥalle getirirler ammā bir ḳaç senedir āām la‘īnleri iẕin verüp ġayrı yerde daḫi izn-i ākim ile meşādlı yapdılar. Ve bu Ḫasköy mezārlıları ḳurbında İne ayazma nām bir ‘ayn-ı zülāl vardır mahmūm-ı riba‘a mübtelā olan ādem yedi kerre nūş édüp ġasl étse ısıtmadan ḫalāṣ olur. Rūm ṭā'ifesinüñ ziyāretgāhlarıdır. Ḥaīrin ‘ālem-i ‘aşk olduġı bir maḥalde bir cum‘aertesi gécesi bu maḥaldeki Yahūdī mezārlıġı içinde "Gel ṭāli‘im gel" déyü nidā étdiġümde bir dīv ġūl-i beyābān āhir olup avfımdan "Yā Ḥāfıẓ" ismiyle firār édüp mezkūr İne ayazma içre ol géce (124b) pinhān olup bī-hūş olduġum sergüzeşt-i serencāmım inşā'allāh maḥallinde taḥrīr olunur kim bir ferd-i āferīdenüñ başına gelmemişdür.


_________________
** Kaynak: Orhan Şaik Gökyay (yayına haz.), Evliyâ Çelebi Seyahâhatnâmesi (1. Kitap, 124 a-b), İstanbul, YKY, 1996, shf. 176. Düzeltmeler bana ait.