6.10.07

15. yüzyılda aylaklık ya da kütüphanede bulunamayan huzur

Nizami'nin Leyla ve Mecnun'undan bir minyatür, Timurlenk Afganistanı, 1432 tarihli.


Geçenlerde Paris'te konuşlanan Millî Kütüphane'de (Richelieu siti) 15. yy. Doğu elyazmaları bölümünde, sahte olduğundan ve yanlış klase edildiğinden şiddetle şüphelendiğim şu belgeyle karşılaştım:

"İstanbul'un fethinin ardından Eyüp Sultan'ın naaşını bulmakla görevlendirilen kafilede bulunuyordum. Diğerleri bazı metinlerde bahsi geçen bölgeleri eşeleyedursun, ben arama çalışmalarının ikinci gününde, Dördüncü Haçlı Seferi'nde şehir surlarının yanı başında can verdiğini tahmin ettiğim bir askerin kemiklerini keşfetmiştim. Ne yazık ki o dönemde Karbon 14 türü yöntemlerle bu varsayımı doğrulamam imkânsızdı. İtalyan sitelerinin emrindeki paralı askerlerden olmadığından emindim yine de. Rumların sırrını yüzyıllar boyunca korumayı başardıkları, güherçile ve bitüm karışımından elde edilen ve özellikle su üzerinde kullanılan Bizans ateşiyle ("græcus" diye de bilinir) yandığını sanıyordum.

"Kendisine cennette sağlanacak yerde Mesih'le kuracağı bağlara dair boş vaatlerin etkisinde Konstantinopolis'in yolunu tutmadan, büyük ihtimalle Normandiya'daki ailesini köyün papazına emanet etmişti. Şehit mertebesine yükselişiyle birlikte köyündeki rakiplerinden en bonkör teklifi yapan da, dul bıraktığı eşini sahiplenmişti muhtemelen. Mal varlığının bir kısmı da şüphesiz ailesine seferde olduğu süre boyunca koruma sağladığı gerekçesiyle köyün papazına gitmişti, hayır işlerine harcanmak üzere.

"670-72 Arap kuşatmasında burada düşen Ebu Eyüp Ensari'nin naaşını bulduğum yalanını söyleme cesaretini gösteremeyerek, kazdığım çukura kemikleri yerleştirdim ve üzerlerini toprakla örttüm; kısa günün kârı ise sabah bulduğum altın Bizans sikkeleriydi ("Basileus tôn Romaiôn"), tam 3 nomismata!

"Sultanımızın zât-ı şâhânelerinin (El Muzaffer Daima!) erkânından fethin ertesinde geldiğini sandığı bir vahiyle bizi şehir surlarının ilk delindiği (Cenevizliler sağolsunlar) noktada Peygamberin yoldaşını aramaya yollayan şeyh, bu kez kendi gelmeye karar verdi. Aya Sofya'da kıldığı yatsı namazının ardından, imparator kapısından dünkü ılık ve hafif esintili yaz gecesine çıkarken, aniden irkilerek geri dönmüş ve Aya Sofya'da kimsenin karşı koyamadığı gibi bakışlarını yukarı kaldırdığında beliren Pantokrator İsa'nın Ensari'yi nerede bulacağını söylediğine şahit olmuştu. Bu benim Haçlı Norman'ı gömdüğümün ertesi günüydü. Şeyh eliyle koymuş gibi eski Kaligaria kapısının kuzeyinde aşağı yukarı benim Norman'ı gizlediğim noktayı işaret etti. Gösterdiği yerin açılmasını emretti ve orada bulunanlar gözlerine inanamadılar. Şeyh böylece Başmüneccimliğe terfi etmişti. Neyse, hikâyenin geri kalanını biliyorsunuz, daha sonra önemli bir hac yeri haline gelecek türbenin inşası, vesaire vesaire.

"Şeyhin çıkarttığı kemiklerin Norman'a ait olup olmadığını doğrulamak üzere Ayvan Saray tarafından şehir surları dışına çıkmaktan her zaman istinkâf ettim. Bu tedirgin edici konuyu müphemiyette bırakmak en iyisiydi.

"Kendimi din dışında neyi tinsel bulduysam ona verdim. Mûsikîyle uğraştım. Bir sonraki senenin Safer ayında "Bir beste olarak ezan: diyanet işleri dışı bir tetkik" başlıklı bir risâle kaleme aldım. Bol olan boş vaktimde risâlemin nüshalarını mümkün mertebe çoğaltıyor, daha sonra da müsait ve tenha oldukları vakitlerde (bu tam da Rumların "kairos" dedikleri şey olsa gerek) camilere sızıyor, imamın odasındaki elyazmalarının arasına usûlca bırakıveriyordum. Ulemâ ile başımın derde girmesi için fazla beklemem gerekmedi. Karşısına çıkarıldığım Galata kadısı beni Sırbistan cephesine (kışın ortasında) sürülmekle cezalandırdı*. Huzurlarından çekilirken, rahmetli pederimi tanıdığı için (Edirne'de aynı medreseye gitmişlerdi) bir defalığına müsamaha göstererek bu hükme vardığını ekledi [...] "


Gün boyunca hiç rastlamadığım bir kütüphaneci başımda dikilmiş, kapanış saatinin geldiğini haykırmaktaydı. Gerçi hakkı vardı, ama okuyamadığım bölümlerin fotokopisini çekmeme izin vermesini beklerdim en azından.

Bir ay sonra okumama geri dönebilmeyi umarak 15. yy. Doğu elyazmaları bölümüne tekrar gittiğimde, önce özel iznimle ilgili sorunlar çıkarıldı. Geçen defa teslim etmek zorunda bırakıldığım elyazmasını tekrar istediğimde, yaklaşık bir saat boyunca günün ilk okuyucusu olduğum salonda kütüphaneciler arasında büyük bir kaos yaşandı. Neler olduğunu sorduğumda, önce cevap vermek istemeseler de, sonunda göz atmak istediğim eserin kaybolduğunu itiraf etmek zorunda kaldılar.

(Devamı yakında)
______________

Hiç yorum yok: