9.9.08

Müze mi dediniz?

Biraz köşe yazarı, biraz da Feyza Hepçilingirler tipi Türkçe öğretmeni hüviyetine bürünerek günümüzde "müze" sözcük, kavram ve şeyinin farklı alan ve anlamlardaki kullanımlarına üç faal fail örneğiyle değinmek istiyorum:

1) Türkiye'deki tek Ermeni belediye başkanına sahip ve kalan son gerçek Ermeni köyü olan Vakıflı'yı, İstanbul Ermenileri için bir müze olarak addeden Etyen Mahçupyan. Vakıflı'nın yeniden inşası mümkün olmayan bir geçmişe ait olduğunu düşünüyor olabilir Mahçupyan. Burada kendisini Antakya'da açık hava müzesi gören İstanbul Ermenilerinin yanında konumlandırıp konumlandırmadığı ise pek belli değil. Tarihi ve kültürel mirası koruyarak gelecek kuşaklara aktarma, belli bir misyonun izinde bu müze işini yürütme hedefleri ön plana çıkıyor olabilir; fakat, bir köyü müze olarak görmek de bir bakıma kolonici devletlerin evrensel sergilerini ve metropollere getirdikleri egzotik insanları çağrıştırıyor. Bu durum "zorlama ve varolmayan entelektüel şema ve kalıplara oturtulan ve sadece görünürde insani temele oturan müzeler" kategorisine girmekte.


2) Masumiyeti sergileme çabasına girerek en kötü kitabını ("tek kötü" demek daha doğru) yazan Orhan Pamuk. Kitapta sözü geçen tüm eşyayı somutlaştıracak bir müze kurma çabası en başta ilginç gözüktü bana, ama anlatıcı Kemal Basmacı'nın iki sayfada bir "bunları da sergiliyorum" deyişinden usanmayacak insan tanımıyorum (zaten tanımadıklarım da çoktan bıkmışlardır). Kaldı ki sergilenen tüm ıvır zıvır da (hayatımın en mutlu anının küpesi, girişken işadamı arkadaşımın çıkardığı ilk meyveli Türk gazozunun şişesi ve reklamında oynayan Alman manken Inge'nin posteri, babamın o akşamki konuşmamızda giydiği pijamanın yakalığı, vs. vs.) kanımca, Orhan Pamuk'un ilk gençliği ve üniversite hayatı üzerinde önemli etkilere sahip ve kayda değer sayıda anıya meydan vermiş, Harbiye Karakolu'nun karşısındaki Alaaddin'in dükkânını yarı-bilinçli olarak kendi yaşanmışlıkları ve imgeleminin izdüşümünde yeniden yaratma çabasının bir sonucu. Yani altı yüz sayfalık bir romanın arkasına sığınan bir tür edebi ıvır zıvır koleksiyonculuğu —"çıfıt çarşısı" yazdığım dildeki asıl uygun ifadedir, fakat onun da bugün unutulmuş Antisemit kökenleri falan var— söz konusu. Kitabın en gereksiz detaylarını ezberleyen tuhaf okuyucular dışında kime ne ifade edeceği meçhul olan müzenin 2010'da açılacak olması bir yana, romanın sonlarına doğru bulunan müzeye giriş bileti, kapıdaki görevlinin damgayı taşırarak vurarkenki yüz ifadesi düşünüldüğü takdirde en iyi ihtimalle gülümsetebilir. Böyle bir şeye "müze" deme cesareti ayrıca tebrik edilmeli. Bunun dışında model olarak Alaaddin'in dükkânının esas alınışıysa esef verici. Alaaddin denen adamın cimriliğini falan soyutlamaya çalışalım; Nobelli yazarımızın zannımca en büyük eseri Kara Kitap'ta en az dört kez bahsi geçen "Alaaddin'den alınan yeşil tükenmez kalemler"den Alaaddin Bey'in bihaber oluşu, başlı başına yeterince utanç vericidir. Bugün Alaaddin'in yerine gidip yeşil tükenmez kalem isteyin, bulamazsınız; ki zamanında bunun yazılı olduğu sayfaları yaprak yaprak, hattâ çarşaf çarşaf bireysel pazar yerinin önündeki ağaçların gövdelerine asarak teşhir etmiştir. Orhan Pamuk'un bu son yaratımına kısaca "subuklama müze" diyoruz.

3) Eski ibadet yerlerinin (gayrimüslimlere ait) restorasyonunu üstlendikten sonra, mekânları sadece dini yönünden arındırma yanılgısına saplanmak ve "kilise" gibi kelimeleri zikretmemek için "müze" tabelaları asmaya pek meraklı Türk devleti. Aya Sofya 
« Müzesi »'nde dua etmenin resmen yasak oluşunu veya Van'daki Ahtamar'ın aslına uygun olarak tepesine dikilecek haçın ve kulesine konacak çanın zorunluluktan İstanbul/Nişanca'daki Patrikhane binasının rutubetli yeraltı dehlizlerine yollanışını bu bağlamda hatırlayabiliriz. Bu T.C. icadına "özgürlük kısıtlayıcı ve yoksayıcı türden palavra müze" dendiği görülmüştür.

Son olarak, ilham perileri Musalardan (Μουσαι) gelen "müze"nin (μουσειον) bu kadar çarpıtılarak değişik yönlere çekilmesi, geniş görünen muhayyilenin ve faydacılık namına kolaya kaçışın nelere kadir olduğunu gösteriyor.

1 yorum:

Sevi. dedi ki...

Daha "ayrıntılı" bir yorum yazmak için kitabın bitmesini bekliyorum fakat Füsun'un o tek küpesini görmek için şimdiden sabırsızlanıyorum. Hangi yıl açılacak olursa olsun, "Masumiyet Müzesi" kapanacağı tarihe kadar İstanbul'un en trajinostaljik müzesi olacak, bundan da hiç şüphem yok. Kemal'in kelimelerindeki hüznü anlayabilen herhangi bir okuyucu, bu küçük detaylara değil de,(romanda sürekli "sergileme" lafının geçmesi, yazarın sürekli ilkgençliğinden bahsetmesi ve saire)daha küçük detaylara; örneğin
dudaktan öpüşmenin hatırasal ve bütünsel kutsallığına, veya bir insanın babasının ölümüne aradığı sevgilisini düşünerek ağlamasına takılabilir ve bu küçük detayları kendi yaşamındaki küçük detaylarda bulabilir veya onlarla bütünleştirebilir. Masumiyetin masumiyetini unutmamak için.