13.9.07

Genç bir dişçiye mektup


"Meslekler ya sanat kökenlidir ya da bilim. Sanatçılar estetik için uğraşır. Onların fonksiyon kaygıları yoktur. İçimizde güzel duygular uyandıran Venüs heykelinin bir bardak su getirmesini kimse beklemez. Bilim adamlarıysa bizim hoşumuza gidip gitmemesiyle ilgilenmeksizin sadece gerçeği bulmakla meşguldür. Sonra da bulduklarını insanlık yararına fonksiyonel hale getirmeye çalışırlar. Estetik pek dertleri değildir {...} diş hekimliği denen bu eşi benzeri olmayan meslek, sanatla bilimi buluşturur. Diş hekimi hem sanatçı hem bilim adamıdır. {...} Dişlerden önce ruhlara dokunur. {...}" gibi ifadeler kullanarak gelecekte muhtemelen icra edeceği meslek olan dişçiliği kendine göre de son derece haklı nedenlerden ötürü yücelten bir arkadaşıma yazdığım cevap metninin tamamını aşağıda aktarıyorum:


"Öncelikle severek yapacağın mesleği şimdiden seçmiş oluşunu görmenin çok sevindirici olduğunu söylemek istiyorum.
Eğri oturalım doğru konuşalım gibi saçma bir cümle sarfetmek ya da bilim ve sanat dallarının Aristocu bir sınıflandırmaya tâbi tutuluşunun ne kadar anakronik olduğunu açınlayarak ukalâlık yapmak bir yana, sanatla bilimi buluşturma çabana eklemek istediğim birkaç şey var; belli kavramsal incelikleri ve fark edilmesi pek de kolay olmayan bazı çelişkileri biraz açmaya çalışacağım.

İlk olarak, sanatçının bilimadamına kıyasla muazzam bir özgürlük alanına sahip olduğunu biliyoruz. Bilimadamının ve daha tikel bir düzlemde dişçinin kendini soyutlayamayacağı ve yaratıcılığının sınırlarını belirleyen birtakım nesnel veriler (öznelliğinin sınırlılığının nesnel bir olgu oluşu göz önünde bulundurulursa) söz konusu. Oysa, soyut sanatın mümkün tanımlarından birçoğu bu sözümona olgunun inkârına dayanmakta. Bu noktada dişçinin bir hekim olarak hastalarına karşı belli başlı ahlâkî yükümlülüklerinden bahsedebiliriz. Buna karşın sanatsal yaratıcılıktaki serbestlik her tür etik dayatmadan kendini bağımsız kılabileceği (ve kılması gerektiği) gibi, bu alandaki özgürlüğünü yalanı özümsemeye ve daha ötesine götürebilir.

Bunun ardından, sanattaki işlevsellik (fonksiyon) kaygısı sorunsalına kısaca değineceğim. Sosyal bilimlerde fonksiyonalist tezler 20. yüzyılın üçüncü çeyreğinden beri geçerliliklerini yitirmiş olsalar da, sanat eserleri için herhangi bir sonluluk teşkil etmeyen işlevsellik konusundaki görüşler oldukça göreceli ve tam bir fikir birliğine varmaktan uzak olarak kabul edilebilir. Göz zevkini ve sezgisel ve ani estetik bilgisini geliştirmenin herhangi bir işlevsellik taşımadığını olumlamak pek de kolay değil. Sanat eserlerini gözlemlemenin ötesinde doğru da algılamanın öneminden ileri gelen bu olgu, sanatta yaratımın özünde olmasa bile, bu sözümona (sanat için hiçbir şekilde bir amaç oluşturmayan) işlevsellik sanat eserinin aleniyetinin beraberinde getirdiği sonuçlardan ayrılamaz diye düşünüyorum. Burada karşı bir görüş belirtmek için Marcel Duchamp'ın öncülüğünü yaptığı "ready-made" nesnelere (bkz. Duchamp'ın "Richard Mutt" adıyla 1917'de imzaladığı pisuvarı) dayalı kavramsal (konseptüel) sanattan bahsedilebilirdi, ama bu kadarıyla yetiniyorum.

Bilimin nesnel ilkelerine ve bulgularına dayalı bir meslek icra ederken dahi, insanın kendi öznelliğinin sınırlarının dışına çıkmasının mümkün olmadığını dikkate alırsak, bir dişçinin öznel yaratımının payının, mesleğinin işlevselliğine oranla pek bir önem taşımadığı söylenebilir. Amma ve lâkin, burada senin dâhiyâne inisiyatifin devreye girerek, tıbbi alanda meslek aşkından ve ilk günün coşkusundan ileri gelen şairaneliğin, tinsel ve yaratıcı çabaların pekâlâ mümkün olduğunu vurguluyor. Bu son cümlemin herhangi bir işlevi varsa şayet, bu da seni teselli etmesidir."

1 yorum:

Adsız dedi ki...

http://idc.hautetfort.com/