4.8.08

Ficus carica günlükleri*


İncir sezonu açıldı. Zaman zaman yemekten çekinmediğim ve özenle soyduğum yapışkan kabukların arkasındaki olgun meyveleri mideye indirebilirim artık. 


Haziran'dan beri sadece marul satan Şakayık Sokak'taki Nadir Amca çoktan "bal bunlar, bal!" diye bağırmaya başlamış. Mallar Tutunamayan Selim'in Nazillisi'nden mi bilemiyorum. 


Muazzam ihracat kalemi teşkil eden söz konusu ürün, bir zamanlar Aziz Nesin'in "Apona Fuarı"ndaki Török standının çıtçıt, kopça ve düğmenin yanındaki en büyük övünç kaynağıydı. 


İncir nakliyat zahmetine katlanmadan tütünle birlikte yerinde satılır; ayrıca İtalyan etiketiyle satılan Ege kökenli zeytinyağlarının aksine, Avrupalı incir kurutma ve pazarlama firmalarının meyve menşei ve tarihçesi hakkında doğrucu Davut kesildiklerini görmek tüy ürpertmese de, hayret verebiliyordu. Neyse ki bu yüzden hastaneye kaldırılana bugüne dek rastlanmamıştı


Çocukluğumda pastaların üzerine dilimlenerek konulduğunda anlamlandıramadığım incirin daha ne kadar ilginç şeylere kadir olabildiğine nasıl şahit olduğuma da kısaca değineyim. 

Haşarat fobisinden mustarip bir arkadaşımın, yeşil incirin beyaz lifleri arasında büyük bir gevşeklikle kamufle olmuş kurtları aniden yutmasına müdahale edemeyerek izin vermiştim. Acıgerçeği iki hafta sonra açıkladığımda kafama terlik yemekle kalmamış, bir de günlerdir sevgilisine bezenerek yazdığı mektubu gözü dönmüşçesine yiyişini seyretmiştim. 


Geçenlerde fokların Foçası'ndaki yazlığında barışmak üzere ziyaret ettiğim Osman, börtü böcekle huzur içinde yaşamaya başlamıştı. Götürdüğüm incirsiz pastayı yüzüne yapıştırdım.


------------------------

*Yazı pek parlak olmamakla beraber, yazılış nedenlerini içeren yazılış koşulları özellikle ilginçtir.

Hiç yorum yok: