17.8.08

İkinci bir Cankurbansal intihar mektubu

İşkencecilerimi vazgeçirme yöntemlerim aşağı yukarı şöyleydi: Yapılan işkencenin türü ya da dozu ne olursa olsun, daha fazlasından çekinmediğime ikna edecek mazohizmi gösteriyordum. Kötü niyetli bir deha ya da şirret bir cinin beni sürekli rüya halinde tutarak eğlendiğini varsayarak, omnibus dubitandum diyor, bedenimin uğradığı mezalimi bir an olsun bir kenara bırakarak keşke eski bir gizli servis elemanı sanılmasaydım diye aklımdan geçiriyordum.

Beni de Cioran gibi ayakta ve hayatta tutan şey intihar düşüncesiydi. Her şeye istediğim an son verebileceğimi, hayatımın kendi yönetimimdeki iplere bağlı olduğunu bilmek direnmemi sağlıyordu.

İntiharıma cinayet süsü vermekten uzun zaman önce vazgeçtim. Bunun nedeni kaza ve cinayet süslerinin o dönemde ucuzlukta oluşu değildi. Beni öldüren insanın kendini üç buçuk saat geçmeden, hem de olay yerinde ele vereceğini çözümleme yeteneğine sahip olmayan bir çocuk bile tahmin ederdi. Dolayısıyla böyle bir katilin varlığından anında şüphe edilirdi.

Orjilerde bulunduğum için çok eleştiri aldım; oysa müptelâ olmadığım gayet iyi bilinir. Yaptıklarım benim için şehirde kirpi kovalamak ya da yollarda 3 S (soğuksusatıcısı) kılığında dolaşmak kadar sıradandı.

Japonlar gibi de huşu dolu göremiyorum ölümü.

İzninizle bir süreliğine mektubu yazmayı bırakıp kendimi bilinç akışıma kaptıracağım:
Daha ne mi yapabilirdim mesela yeni bir fil alınabilirdi iyi de hafızası olurdu ölen olursa yas tutar her sene mezarını ziyaret ederdi umarım mezar taşları Maçka'daki Selâniklilerinkiler gibi anlamsızca kırık dökük bırakılmazdı çünkü böyle durumlarda okunaklı parçalar eve götürülürdü Efendi hazretleri Ahmed Es-Seyyid Aġa ruhıyçün el-Fatiha yan tarafta bir çeşme falan varsa orada ara sıra boğulan kuşlar olur halbuki suyunun şifa dağıttığı söylenir göreceli bir yaklaşımla etrafı parazitlerden temizliyor da diyebiliriz Binbaşı Said Bey ve hâ'ileri Ayşe Hanım ve akraba ve taallukatının hayratlarıdır sene-i 13-- Said Bey de bir türlü şiirlerini bastırmayı başaramamış yaptırdığı çeşme de hayatında hiçbir değişikliğe yol açmamıştı geceleri gizli bir dokuma atölyesi işletmeye başladı üretimin tamamı atölyede çalışma izni olanlar tarafından kullanılıyordu bir keresinde üçgen dantelleri piyasaya sürme girişiminde bulunan Abdülhak gündüzleri elma şekeri yiyerek çalışma cezasına çarptırıldı ayrıca kendisinden mahkûmiyetini geçirebileceği bir açık hava hapishanesi önermesi istendi sonradan işin peşine düşülmediği gibi Abdülhak'ın kimlik değiştirerek aynı işe girişi de fark edilmedi taze fasulyenin sırlarından birinin de kıtlama şekeriyle yenmesi olduğunu öne sürüyordu zeytinyağlılardan da biberiye, kakule ve adaçayını eksik etmemeliydi ne varsa zencefilgillerde vardı Cankurbansalamanjeye geçtik çay demleniyordu Hatice bir anda su koyuverdi dur neler oluyor aileyi mi yıkmak amacın diye soruldu zaten hep Netice'yle ilgileniliyor artık bıktım gerekirse çatınızı yerle bir ederim morarır (bkz. Morçatı Alaçatı, hattâ serbest çağrışım gereği Karıncanın su içtiği bile denebilir) ayrıca bu kalemlerime dokunanı da yakarım dedi

Mektubu yazmaya içimde hafif bir iğrenme duygusuyla başladım. Yaptığım son okumalarda gözüme çarpan gündelik faşizmi yeğleyen bir sivilin tek cümlelik intihar mektubu hala aklımdaydı çünkü:

O şimdi asker. (1)
Burada sığınılan yer mutlaka bir tür ontolojik güvence sağlıyordu, fakat karşılığında ödenen itaat bedeli çok ağırdı. Ben radikal bir başkaldırı hedefliyordum, gölgem ve öznem adına. Aslında gölgemin beni endişelendirdiği birkaç konu vardı. Ben olmadan yaşanmışlıklarımızın birikintisi ve birikimiyle varlığını sürdürebilir miydi? Cepten yiyerek daha ne kadar dayanabilirdi? Kara listeye konmuş muydu, kredi verirler miydi? Yerime kendini feda etmesini zaten ummuyordum. Beceriksizliğini benimle aşamadığı dere-tepelerde göstermişti. Hoş, mağara yaşamına doğal bir yetkinliği vardı her şeye rağmen (bu mağara adamlığından Platon'un mağara alegorisine kadar uzanan, geniş kapsamlı bir yetkinlikti). Bundan sonraki zorlu hayatına hazırlanabilmesi için gölgeme süresiz istirahat verdim. O yüzden şimdilik bu sözümona mektubun yazımına eşlik edememekte.

İran'da Zerdüşt'e dayanan bir geleneğe göre, bir çocuk doğduğunda şarap yapılır ve bir şişesi de saklanır. Bu adete sahip çıkan Kumlu komşularımızdan bana kalan bir şişe şarabı ölümümden önce içeceğimi zannediyordum. Birkaç defa şişenin boynunu kırıp arkadaşlarıma ikramda bulunmak da aklımdan geçmişti. Son aylarda bir konuğum boğazının kuruduğunu söyleyerek artık iyice yıpranmış mantarı çatalıyla içeri itmeye çalışmıştı. Yıllar önce mantarı çıkarıp yeniden yerleştirdiğimde, kötü Trakya şaraplarınınkine benzer kokular aldığımı da hiç unutmadım. Fazla düşünmeden şişeyi açarak birazını kedime verdim, geri kalanı da musluğa boşalttım. Kedim önce biraz yalpaladı, ardından kuyruğunu helikopter pervanesi gibi döndürerek balkondan süzüldü; genç kızlara caka satan ortayaşlı adamın sarı peruğuna yaptığı iniş yumuşaktı.

Afyon tiryakisi ve ruh hastası ressamın Güzeli ararken kendini şeytana teslim edişinin öyküsünü Kör Baykuş'ta zaman ve mekânın dışında anlatan Sâdık Hidâyet'in intiharını dostu Bozorg Alevî'den şöyle bir okumak istedim:

Paris'te günlerce havagazlı bir apartman aradı, Championnet caddesinde buldu aradığını; 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş, güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerinin kalıntıları, yanı başında, yerdeydi.
Kendimi hapsettiğim ada, daha doğrusu bu ada üzerinde kurulmuş şehir artık 10 aylık kuşatmanın sonuna geldi, düşmek üzere. Surlardan dökecek kızgın yağımız kalmadı, kentte kalan son suyla da hamamda yıkandık ki ölümü güler olmasa da temiz, en azından yunmuş ve de yıkanmış yüzle karşılayalım ya da ziyaret edelim. Baharat tezgâhlarımızın başka bir
şehir-devletin tüccarları tarafından devralınacak oluşu beni biraz olsun avutuyor.


Aylar sonra kopan ilk korkunç fırtınanın ardından gelen güzel günler, anladığım kadarıyla sayılı gece ve gündüzlerimin habercisiydi. Bunu anlamak için uçan fare bir güvercinin iç organlarını okumak dahi gerekmiyordu, illâ karnı açılacaksa ızgara yapılırdı. Nasılsa her zaman yiyecek birkaç Fransız turist bulunurdu, ziyan olması söz konusu değildi.

------------------------
(1) Fırat Aydınkaya, Yeni Faşizmin Kökenleri: Ebedi Dönüş, Belge, 2008, shf. 230-32.

Hiç yorum yok: