8.2.10

Gizemli ve bir o kadar da önemsiz bir tasarı ya da merak olgusu kendi özünde iyi olamaz


Eylemlerinin kendisi için hayırlı sonuçlarından yola çıkarak, inançsız olmasına rağmen, Tanrı'yı her fırsatta kendi tarafına çekmek istiyordu. Hikâyesini kaleme alacak birini bulsa bile, bu yazarın, otobüs seyahatlerini, kurgusal içe doğru yolculuk metaforu kavanozuna tıkıştırarak ayaklar altına almasına tahammül edemezdi. Kendini böyle ölümsüzleştirecek bir yazarın yaşama hakkını elinden almayı bile aklından geçirebilirdi. Bu satırların yazarını da ölümle tehdit ettiği olmuştur. Adamımızın yazdıklarından kısa bir alıntı yapalım:

« Bir otobüs kazasından daha canımı yitirmeden çıktım. Her seferinde benden eksilen bir parça olmaz, en fazla yeni çizik ve kırık-çıkıklar ortaya çıkar. Karbüratör kökenli dumanların arasından süzülerek yardım çağırmak üzere bir telefona uzanırım. Bu vazifemi yerine getirip gözlerimi kapama hatasına son düştüğümde, kendimi fazla kan kaybeden bir hasta olarak bulmuştum uyandığımda. Bu yüzden sıkışmış, çırpınan, anlaşılmaz birşeyler mırıldanan insanları kol ve bacaklarından çekiştirerek şarampol düzlüklerine yatırırım. Onlarca aydır süren kaza-bela tecrübeme rağmen, hâlâ temel ilkyardım bilgisinden yoksun oluşum da benim ayıbım olarak cebime girsin. Utanç vereceği mâlumunuz, bu beni birşeyler öğrenmeye itecek kamçılayıcı bir faktör olabilir (bakarsınız imgelemimi meşgul etmekten usanmayan o hemşire hanımla tanışıveririm); kim bilir, belki de her an olarak çıkarabileceğim bir kozdur bu tuhaf cep ayıbı. Her neyse, kısmet olursa size bu son otobüs yolculuğumda meydana gelenleri daha sonra anlatırım (gerçekten de o gün başıma gelenleri bugüne dek yaşayan olmamıştır*); ama öncelikle beni bu otobüsle seyahat serüvenlerine sürükleyen hikâyeden bahsetmek istiyorum. Buradaki amaçlarım arasında elbette, Yeni Hayat karamelalarını çiğneyip kendilerini Magirus'lara teslim edenlerden sıyrılmak var. Bu işi kotarırken ne ölçüde sivrildiğime okuyucularım nasılsa bir şekilde kanaat getireceklerdir. Ben o "sokaktaki adam"dım. Gittiğim editör teyze, taslaklarımı okuduktan sonra: "Tu-tu-tu maşallah! Kötürkçe de yazarmış!" demişti. Yayıncının odasında dikkatimi çeken nesneden bahsetmem gerekirse; tıpkı kötülük dolu bir madlen gibi, beni yıllar öncesinin bazen tatsız, bazen de geri dönülmesi imkânsızlaşmış mutlu günlerine götüren antika duvar saatini parçalamak istedikten sonra nazikçe gülümseyerek el sıkışıp o büroyu derhal terk ettim [...] ».


_____
* Bu cümle bana nedense Hasköy'deki Evliya Çelebi'yi anımsattı.

Hiç yorum yok: