16.7.08

Kaçak geceyarısı inşaatı ve karatavuklar üzerine


Pazar akşamı törensiz temel atma çalışmalarının sesiyle salonumuzda irkildik. Su kıyısına bu kadar yakın semtlerde inşa edilen ve ihtişamlı ve devasa olma iddiasındaki yapıların belli bir yükseltiye oturtulması gerekir, eğer temelin sağlam olması isteniyorsa. Mimarın mühendislik bilgisinin ne kadar derin olduğunu bilmesem de, bu inşaatı da üstlendiği söylenen Taşdiken ailesinin her zaman büyük işlere talip olduğunu gördüm.

Babam artık yerinde olmayan ve yeniden yıkıntılarından yükseltilme sürecindeki yan apartmandan* gelen seslerden duyduğu rahatsızlığı önceden sezinlemişçesine, daha ısınan güherçilenin kokusu bize ulaşmadan pencereye yöneldi. Temmuz ayının bir pazar gecesinde muhitinde gerçekleşen geçici işgale başkaldırmakta gecikmemişti. Semtin "kaliteli insanları"na verilen huzursuzluğun günah keçileriyse hemen aşağıda bulunan taşeronlardı kuşkusuz. Başlarında bulunan bir şefin varlığı bile şüpheliydi. Bu durumu göz önünde bulundurarak babama öfkesini püskürtmesi gerekenlerin aşağıdaki işçiler değil, onları bu saatte çalıştıran patronları olduğunu söyledim. Bu gönülsüz adamların arkalarındaki güce bakmak gerekirdi. Fakat bu çıkarsama-itiraz "ucuz sosyalizm" yapmakla suçlanmama neden oldu. Yine de, işvereni sorumlu tutma çabama karşı çıkmıyordu.

Ne olursa olsun, bu pazar gecesi rezaletine son verilmeliydi. Yapılacak ilk iş, gürültücü çimento kamyonunu çürük yumurta bombardımanına tutmak olabilirdi. Bunun için buzdolabındaki stoğu getirmem istendi. Evdeki tüketim yoğunluğu dikkate alınmaksızın düzenli olarak yumurta alındığından, genellikle belli miktarda çürüğünden bulunurdu. Ne de olsa yumurta,
eveherzamanlazımolagelmişlerlistesinin bir parçasıydı.

Şoförün kaynağını tespit edemediği bayat çiftlik ürünleri yağmuru, bir süre önce aynı dertten mustarip olarak pencerelerine birikivermiş diğer mahalle sakinlerine büyük cesaret verdi; öyle ki, bazıları polisi bile durumdan haberdar etti. Herkes çaktırmadan birbirini gözlüyor, fakat kesinlikle doğrudan muhatap olmuyordu (dolayısıyla herhangi bir
mahalle baskısına mahal verilmediğini belirtmeye de gerek yoktur herhalde). Ortak çıkarlar adına seferber edilmiş, adı konmamış yarı-bilinçli bir işbirliği söz konusuydu.

Trafiğin yoğunluğunu yitirdiği saatleri seçme uyanıklığı gösterildiği halde, inşaatın izinsiz olduğu ortaya çıktı ve mahalledeki gerilim kısa sürede yatıştı. Babam hayal ettiği sükûnete kavuşmanın sevinciyle içeri döndü. Eşyaya baktı ve gözü rüzgârdan uçuşan evraka ilişti. Tam o sırada dışarıda şakımaya başlayan karatavuğu duyduk. Evet, karatavuk.
Turdus merula. İmgelemi biraz geniş olanlar o an sokakta yankılanan notaların bir aryadan makaslandığını duyumsayabilirlerdi. Bu inanılmaz hayvan hiçbir melodiyi tekrar etmiyordu, yaratıcılığı ve repertuarı sınırsız gibiydi. Doğaçlama pentatonik gamlar inip çıkan üç oktavlık sesini saatlerce dinleyebilirdim. Bu durum aklıma müziğin gücünü aşk ve manzaraların güzelliğiyle eşdeğer tutan Proust'un Vinteuil sonatı hakkında Swann'ın algı akışı üzerinden yaptığı olağanüstü betimlemelerini (1) getirdi. Çatıdaki karatavuk, Proust'un her fortissimo'da piyanonun üzerindeki şamdanın mumlarını hoplatan piyanisti kadar kuvvetliydi. Gökyüzünde süzülen ses dalgaları arasında karatavuğun cümleciklerini görebildiğim izlenimine kapılmıştım. Bu sine materia [maddi olmayan] ezgi isimlendirilemezdi, havada gözüme çarptığını sandığım cümlelerin içime işlediğini söyleyebilirim sadece. Neredeyse üç kulakpasısilinmesidir böyle bir şey dinlememiştim (ki bu alışılmadık zaman ölçütü beş hafta ila yedi ay arasında değişebilen bir sürece tekabül eder). Tabii ki bu kısa anlatımla o anlık yaşanmışlığımın yeniden vücut bulduğunu öne sürme deliliğine kalkışacak değilim, buna ancak Marcel cüret edebilir.

Aniden her şeyi donduran karatavuğun Kosova'ya gönderme yapmaması da mümkün değildi. Sırpçada "
kos" olarak ifade edilen karatavuğa getirilen "-ova" aidiyet eki, sözümona bölgeye "Karatavuklar Diyarı" ismini vermişti. Sırp milliyetçiliğinin miladı ve ulusun kurucu mitosu olarak addedilen I. Kosova Savaşı (1389) da çeşitli Avrupa dillerinde "Karatavuklar Muharebesi" olarak geçer zaten. Milliyetçiliğin doğası iyi tanındığı takdirde, tarihinin en ağır mağlubiyetlerinden birini, beş yüzyıllık direniş ateşini körükleyen bir "zafer" olarak gören bir halkın fanatiklerinin hastalığını o kadar da garipseyemeyiz açıkçası.

---------------
* Mevzubahis ya da mevzu-i bahs "yan apartman" yeniden yapılmak üzere satış aşamasındayken, buraya gittikçe daha fazla evsizin sığınması, önce gayrimenkulcülerin ve emlak spekülatörlerinin bu insanları kaçırmak amacıyla vahşi gece baskınları düzenlemesine, sonrasında da binayı ateşe vermeye kadar giderek planlanandan önce yıktırmalarına neden olmuştu.


1. bkz. M. Proust, Swann'ın bir aşkı.

Hiç yorum yok: