23.10.08

Günün birinde şayet bir Ƙravat ya da duştatasarlanankurgudaancakböyleolur kurgusu


Oturduğum kahveye "
Alistavşanıtelaşesi" ile giren turist, bavullarını çay ocağının ücra köşelerinden birine koymasını istediği garsonu ikna etmek için daha hiçbir şey tüketmemişken cebine bahşiş olduğunu ima etmekten fazlasını yaptığı birkaç banknot tıkıştırarak yanımdaki masaya kuruldu (öte yandan, kahvelerdeki ofis kısmına "çay ocağı" denişi bana her zaman çok tuhaf gelmiştir). Oldukça ilginç bulduğum bu adam, Harikalar Diyarı'ndan değil, Kravatistan'dan geldiğini söylüyordu.

Düşmanları Seraplara nazaran Batı medeniyetine sahip çıkma hakkını kendilerinde daha meşru görüyorlardı (bunun kravatın icadından ötürü böyle olduğunu söylememe gerek yoktur herhalde). Aynı dili konuşmadıkları iddiasının inandırıcı olmadığını artık kabullenmiş görünüyorlardı. Kravatları en çok sinirlendiren şey, hanımlarının da kravat taktıklarına dair yapılan şakalardı. "
Kravat kadınları kravat takmazlar, onlar sadece [« sadece » yerine
« zaten » denmeliydi] Kravattır!" diye haykıran Kravat erkeklerinin zaman zaman "Kravat kadınlarının Kravat oluşları kravat takacakları anlamına gelmez" dedikleri de olurdu. Serabistan'ın ismi ise, sürekli kendilerini arı kandan gelen büyük bir millet olarak gördükleri sırada (bu görülenlere, hattâ görüngülere birkaç kendini bilmez dış gözlemci "bunlar seraptır" demiş ve o günden beri de bu kavram yerleşik bir karakter kazanmıştı), hayallerini gerçekleştirdiklerini düşünürken uçurumdan aşağı, bazen de yukarı yuvarlandıklarıyla ilgili anlatılan halk efsanelerinden geliyordu. Birkaç yarı-şarlatan felsefe meraklısı, Seraplar örneğini temel alarak fenomenolojinin çürütülebileceğini öne sürmüştü.

A. B., C.-I. O.ve K. P. tarafından yazılan Fenomenolojiyi görüngübilime büyük katkılarıyla da tanınan Serap halkının sayesinde nasıl çöpe gönderdi(m)k¹ kitabından alıntılıyorum:

Bir rüyada olduğumuzu varsayalım. Bize görünen bir dünya oldukça, bunun rüyamızın bir parçası olup olmadığının en ufak bir önemi yoktur. Bu görüngünün olgusallığı su götürmez olmakla birlikte, kapılabileceği akıntılar dikkate alınmaksızın, bize görünen bu dünyanın imgesi ve tarafımızdan görülmekte olduğu düşüncesi, bunun sahiplenecebileceğimiz tek dünyanın hem kendisini hem de gerçekliğini teşkil ettiğini olumlamamız için yeterlidir. Bizimle oynayan şer dolu bir ilahi güç olasılığını tartışmayı gerekli görmemekle birlikte, karşımıza çıktığı takdirde kendisini kesinlikle kale almayacağımızı belirtelim (Descartes'ın "Birinci Meditasyon"u hakkında Kambouchner'in on yıllık -10- çalışmanın ardından durup dururken bin sayfalık
-1000- tez yazmadığını da her gün hatırlamalıyız).
Her neyse [sic], olur da, sağlam temelli ve anıtsal fenomenolojiyi dinamitleme isteğiyle bir gün yanıp tutuştuğunuzu hissederseniz, benzer bir şevkle bayraklarını ya da ulusal kahramanlarını ilgilendiren herhangi bir imgesel nesne gördüklerinde (ki bu durumda gösterdikleri fundamentalist tapınma unsurları, belli başlı varlıkları, bu varlıkları aslında sadece temsil etmek üzere tasarlanan objelerle ne kadar sapık bir düzeyde karıştırarak bir tuttuklarını bize gösterir) coşan azgın Serabistan kalabalıklarını anımsayınız. İçinde yaşadıklarına en azından iyi niyetli insanlar olarak bizim inandığımız evrenden koparak, uğrunda gözlerini kırpmadan öleceklerini söyledikleri vatan fikriyle (bu sözü ettikleri aynı günün öğle sonrasında borsada kaybettikleri paraya hayıflandıkları, örneklemimizde gözlemlenen 500 denek Serapın 476'sında görüldü)

------------------Arada 15 boş sayfa var------------------

katıldıkları kitlesel orjide Seraplara görünmeye ve Seraplar tarafından görülmeye başlayan ve başlanan (ünlü besteci Krikor Başlanyan'la bu durumun hiçbir ilgisi yoktur) varlığını Serabistan'a borçlu dünyanın birkaç saat boyunca gerçekliği hakkında şüphe duymak bir yana, tam tersine Serap halkının oluşturduğu kütlenin hiperbolik bir inancı vardır. Liderlerinin konuşmasının 293. dakikasında (bugüne dek daha erken veya daha geç gerçekleştiğine kimse şahit olmadı) bulundukları meydanın ortasında açılan uçurumdan birer birer yuvarlanan ve karanlıkların derinlikleriyle tanışan Seraplar, az önce yanıldıklarını kabullenmedikçe yeryüzüne çıkamazlar. Liderlerinin her seferinde uçurumla göz göze gelmemeye dikkat ederek tabanları yağladığını da bir kenara not düşmek gerekir. Onun bilinç akışıyla burada ilgilenmiyoruz. Kısaca Serabistan örneği, öznelere görünen dünyaların öznel bağlamda bile mutlak bir gerçeklik kazanamayacağını göstermiştir. Bu noktada belirleyici bir rol oynayan inkârcılık olgusu, genç araştırmacıların girebilecekleri yeni alanlar açmakla kalmamış, çok somut olarak da evrensel boyutta "uçurum acil yardım" işlevini üstlenmiştir.

_____
1. Łódź ["vuc" okuyunuz], Gitgel Yayınları, 1993, shf. 356-371.

Hiç yorum yok: